Odatv davasındaki delil tartışmaları
Ergenekon, Balyoz ve bağlantılı diğer davalarda sanıklar savcılığın getirdiği delillerin
sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Bu
haberimizde bu tartışmalara dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı
amaçlıyoruz. Tartışma konusu olan deliller ile bu delillere karşı ileri
sürülen itirazları gücümüz yettiğince burada bir araya toplamayı
istiyoruz.
Balyoz ve
Ergenekon davalarında yaşanan delil tartışmaları sayfasına ulaşmak için tıklayın
16.11.2012 10:42 Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi Ergenekon
bağlantılı Odatv davasında da sanıklar delillerin sahte olduğunu, virüs yoluyla
başkaları tarafından bilgisayarlarına yüklendiğini iddia ediyorlar. TÜBİTAK
bilirkişileri tarafından iki kez hazırlanan raporlar da sanıkların itirazını
kesmedi. Bilirkişiler bilgisayarlarda bazı virüslere rastlandığını, ancak delil
olan dosyaların o virüslerden daha önce bilgisayarda bulunduğunu tespit ettiler.
Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerden
bazılarının sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar.
Kritik delillerin hiçbirisini kabul etmiyorlar. Örneğin bir sanıktan elde edilen
cd'lerden bazılarını kabul ederken içerisinde kritik bilgiler olduğunu iddia
ettikleri bazılarını ise kabul etmiyorlar. Bu konuda oldukça komik gerekçeler de
ileri sürebiliyorlar.
Örneğin Ergenekon sanığı Levent Bektaş'ın, "Aramaya gelen polislere çay söylemek
için bürodan çıktığımda onlar tarafından yerleştirilmiş" demesi gibi. Diğer bir
Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez, evinden çıkan silahları arama esnasında
polislerin yerleştirdiğini iddia etti. Aramaya katılan askeri yetkililer ise
böyle bir şey olmadığını belirttiler. Ergenekon sanığı Dursun Çiçek'in
hazırladığı ıslak imzalı belgenin fotokopisi için "Kağıt parçası bu, hukuki
değeri yok. Aslını bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız" denildi. Aslı çıkınca
da bu kez "ıslak imza sahte" denildi. "Üzerinde parmak izi var mı bakılsın.
Kağıt o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı bakılsın. Mürekkep de aynı
şekilde kontrol edilsin. Herşey uygun olsa bile, imza ıslak imza makinesi ile
atılmış olmalı. Ayrıca yazışma formatı resmi bir belgeye uymuyor.." gibi sürekli
yeni bahaneler ileri sürüldü.
Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi Ergenekon bağlantılı Odatv davasında
da sanıklar delillerin sahte olduğunu, virüs yoluyla başkaları tarafından
bilgisayarlarına yüklendiğini iddia ediyorlar. TÜBİTAK bilirkişileri tarafından
iki kez hazırlanan raporlar da sanıkların itirazını kesmedi. Bilirkişiler
bilgisayarlarda bazı virüslere rastlandığını, ancak delil olan dosyaların o
virüslerden daha önce bilgisayarda bulunduğunu tespit ettiler. Ayrıntılarını
okuyabileceğiniz bu tespitlerin yer aldığı toplam 425 sayfalık iki TÜBİTAK
raporunu tam metin olarak sayfanın en altında yer verdiğimiz linklerden indirip
okuyabilirsiniz.
-'Bilgisayarda virüs var, o halde veriler delil olamaz!'-
Bilirkişinin çok sayıdaki tespitini görmezden gelen sanık ve avukatları,
"Bilgisayarlarda bazı virüslerin varlığının tespit edildiği" konusunu ön plana
çıkarıp diğerlerini görmezden geldiler. Böyle bir savunmanın kabul edilemeyeceği
açıktır. Açıktır, çünkü bilgisayardan biraz anlayan kişi dahi, dünyadaki her
bilgisayarda mutlaka az veya çok sayıda virüs bulunduğunu, virüs programlarının
bunu engelleyemediğini bilir. Bunun teknik olarak ispatlanması da mümkündür. "Virustotal.com"
adresini bilenler, bu site hakkında fikir sahibi olanlar yüzde yüz virüssüz bir
bilgisayar olamayacağını bilirler. Odatv davasına dönersek önemli olan, o
virüslerin sanıkların iddia ettiği işi, yani o delil dosyalarını
bilgisayarlarına bırakma yeteneğine sahip olup olmadıkları. İşte TÜBİTAK raporu
bu hususu kesin bir dille yalanlamaktadır. Üstelik sanıkların bilgisayarlarında
'teamviewer' adlı uzaktan erişim programı bulundu. Yine bilgisayar kullanan lise
çocukları dahi bu programın ne işe yaradığını bilir. Sanıkların kendi rızası
dışında kurulamayan bu programlarla sanıklar odatv bilgisayarına dosya gönderip
alabildikleri bilirkişilerce tespit edildi. Bu programı kuran sanıklar bir de
utanmadan yabancı birilerinin odatv bilgisayarlarına o dosyaları gönderdiğini
söyleyebiliyor alay edercesine ya, pes doğrusu!.. Mahkeme heyetini bilgisayar
cahili görerek ve güya akıllarını karıştırarak delillerden kurtulabileceklerini
düşünüyorlar. Ama nafile. Dediğimiz gibi lise çocukları dahi artık bu
teknolojilerden haberdar..
Eğer sanıkların iddia ettiği mantıkla hareket edilecek olursa hiç bir dijital
delil, mahkemelerde delil olarak kabul edilemez. Çünkü her bilgisayarda virüs
vardır. Geçtiğimiz günlerde DHKP-C davasında bir sanık hakkında Yargıtay'ın
verdiği onama kararı bu tartışmayı bitirecek emsal bir karardır. DHKP-C'li
sanığı dijital verilere dayanarak 6 yıl hapse mahkum eden İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi, "Günümüzde bilgisayar verileriyle ilişkisi olmayan çok az suç
kalmıştır. Suç işleyen kişilerin ya da suç örgütlerinin bu teknolojiden
faydalanmayacağını düşünmek imkânsızdır" demiş ve hükmünü vermiştir. Mahkemenin
bu kararı Yargıtay tarafından da onanmış ve "dijital veriler de delildir"
şeklinde emsal bir karar haline gelmiştir.
-Islak imzalar delil değerini yitirdi mi?-
Zaten olması gereken de buydu. Aksi halde mahkemelerde görülen davaların çoğu
çökmek durumunda kalacaktır. Çünkü her davada dijital veriler hakimlerin önüne
gelmektedir. Dijital verilerle ilgili tartışmanın bir benzeri, çarpıcı şekilde
Ergenekon kapsamındaki 'Islak İmza' davasında yaşandı. Dava konusu olan ve Albay
Dursun Çiçek'in imzasını taşıyan 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı' Ergenekon
sanık avukatlarından birisinin bürosunda fotokopi olarak elde edildi. Ancak hem
Genelkurmay, hem de sanıklar 'o bir kağıt parçasıdır ve fotokopidir, dolayısıyla
delil olamaz' tartışması başlattılar. İlerleyen süreçte belgenin ıslak imzalı
orjinali savcılara ulaştırıldı. Ancak tartışmalar bitmedi, şekil değiştirdi.
Islak imzanın sahte olduğu, Albay Çiçek'e ait olmadığı iddia edildi. Jandarma,
Emniyet ve Adli Tıp laboratuvarlarında toplam 7 kez yapılan 'O imza Albay
Çiçek'in el ürünüdür' tespiti dahi bu itirazları durduramadı. Bu kez, o imza
ıslak imza makinesi ile atılmıştır denildi. Türkiye ilk kez bu makinenin
varlığından haberdar oldu. Sanık avukatları duruşmalara ıslak imza makinesi
getirerek ıslak imzaların taklit edilebileceğini hakimlerin huzurunda
ispatlamaya çalıştılar. Ama başaramadılar. Çünkü makine ıslak imzayı şeklen
kopyalayabilmekteydi. Laboratuvar incelemelerinde ise bir imzanın makineyle
atılıp atılmadığı kolaylıkla ortaya çıkarılabilmekteydi. Çünkü makine imzayı
atarken bir insanın uyguladığı basıncı taklit edemiyordu. Yani elle imza
atılırken kağıtta oluşan çukurlar makineyle atılırken oluşmuyordu.
Makine şeklen bir imzayı benzetebiliyor, ancak gerçek imzanın bazı
özelliklerini, özellikle de basınç sonucu kağıtta oluşan derinlikleri kesinlikle
taklit edemiyordu. Oysa kriminal incelemelere tabi tutulan bir ıslak imza, o
şahsa ait örnek imzalar ile çok farklı açılardan mukayese edilmektedir: Tersim
tarzı, işleklik derecesi, istif, eğim, doğrultu, hız, seyir, alışkanlıklar ve
baskı derecesi. Bu farklı açıların tamamını taklit etmek tüm uzmanların ortak
kanaatiyle imkansızdır ve o belgedeki ıslak imzanın Albay Dursun Çiçek'in el
ürünü olduğu, tüm bu mukayese kriterlerini karşılaması neticesinde kesin olarak
belirlenmiştir.
Aksi zaten düşünülemezdi. Çünkü eğer imzayı taklit etmek mümkün olsaydı
dünyadaki tüm davalar geçersiz hale gelirdi. Çünkü imzalar davalardaki en önemli
delillerden biridir. Onlarda şüphe ortaya çıkarsa hiçbir dava yürütülemez. İşte
dijital veriler de imza gibi artık her davada delil olarak yer almaktadır.
Onların olmadığı bir dava neredeyse kalmamıştır ve giderek davalarda daha çok
yer alacakları açıktır. Eğer Odatv sanık ve avukatlarının iddia ettiği gibi
'virüslerin bilgisayardaki varlığı delil bütünlüğünü bozmaktadır' gibi ispat
edilmeyen bir görüş ileri sürülerek delillerin dikkate alınmaması sonucu ortaya
çıkarsa sadece Ergenekon ve benzeri davalar değil mahkemelerdeki tüm davaların
çökmesi durumu ortaya çıkacaktır.
Abdullah Harun / kontrgerilla.com
İşte Odatv delil tartışmaları
Kafası
karışanlar, kafa karıştıranlar
İkinci bir Hanefi Avcı vakası yaşıyoruz. Dün gerçekleşen
odatv merkezli operasyonlardaki gazeteci gözaltılarına karşı bir kısım
medyada inanılmaz tepki var. Diğerleri ise susmayı tercih ediyor.
Gazetecilere yönelik operasyonlar Hitler faşizmine, Mac Carthy'ciliğe
kadar uzatılıyor. Hatta AB ve ABD'nin de operasyonları eleştirdiği
hatırlatılıyor. ABD'nin Türkiye'deki gözaltıları eleştirmesi ön plana
çıkarılarak onların bile isyan ettiği söyleniyor.
04.03.2011 18:33 İkinci bir Hanefi Avcı vakası yaşıyoruz. Dün
gerçekleşen odatv merkezli operasyonlardaki gazeteci gözaltılarına karşı
bir kısım medyada inanılmaz tepki var. Diğerleri ise susmayı tercih
ediyor. Gazetecilere yönelik operasyonlar Hitler faşizmine, Mac
Carthy'ciliğe kadar uzatılıyor. Hatta AB ve ABD'nin de operasyonları
eleştirdiği hatırlatılıyor. ABD'nin Türkiye'deki gözaltıları eleştirmesi
ön plana çıkarılarak onların bile isyan ettiği söyleniyor. ABD'nin
Wikileaks'e bilgi sızdıran ere idamlık suçlamada bulunduğu dünkü
haberlerde yer aldı. Yine belgeleri yayınlayan Wikileaks internet site
yöneticisinin hapsedileceği ve öldürüleceği gerekçesiyle ABD'ye iade
edilmekten çok korktuğu biliniyor. Ama işin bu kısmı görülmüyor.
-Bir MİT'çi ile bir solcu gazeteci biraraya gelmez!-
Bir MİT'çi ile sol görüşlü bir gazeteci nasıl bir araya gelir diye
komplo iddiasını dillendiren çevrelerin bu iddiası yeni değil Çok yakın
zamanda Hanefi Avcı olayında da dile getirildi. Bu iddiayı dile getiren
çevreler, Ergenekon sürecinde belgeleriyle ortaya çıkan farklı örgütler
arasındaki işbirliğini, Susurluk sürecinde aynı arabada bulunan farklı
kişileri ve son olarak da hayatını sol örgütlerle mücadeleye adadığı
iddia edilen emniyet müdürü Hanefi Avcı'nın sol bir örgüte nasıl polis
operasyonlarını ispiyonladığını görmek istemiyor.
-Profesörlerin terör örgütüyle bağı olmaz!-
Soruşturmada Türkan Saylan'ın, Sabih Kanadoğlu'nun adı geçince de, son
olarak Hanefi Avcı'ya yönelik operasyon ile Soner Yalçın'ın gözaltına
alınmasında da aynı şeyler konuşuldu. "Kontrgerilla ile mücadele etmiş
Soner Yalçın Kontrgerilla ile nasıl bağlantılı olabilir?.. Ömrünü
solcularla mücadeleye adamış bir Emniyet müdürünün Ergenekon'la ve sol
terör örgütüyle nasıl bağı olabilir?.. Yaşlı ve hasta Türkan Saylan'ın
örgütle nasıl bir bağlantısı olabilir?.. Mehmet Haberal gibi üniversite
profesörlerinin terörle nasıl bağı olabilir?.. Bunlar hep saygın
insanlar.. Niçin gözaltına alınanlar hep muhaliflerden çıkıyor?.. vs.
vs." gibi gerekçeler hep ileri sürülmedi mi?
-Tartışmalar gözaltılarla başlıyor, iddianameyle bitiyor-
Ama sonra iddianameler ortaya çıkıp da Ergenekon bağlantılarını gösteren
telefon dökümleri, belgeler, bilgisayar kayıtları vesaire ortaya çıkınca
o tartışmalar kesildi. Son operasyonda da korkunç iddialar ortaya
çıkmaya başladı. Örneğin Deniz Baykal'a yönelik kaset komplosunun
ardında bu örgütün olduğuna dair. Birkaç gün önce de CHP'li Muharrem
İnce'nin Odatv'li muhabirin evine alkollü dayandığı ortaya çıkmamış
mıydı?.. Bunlar görülmesin mi, ortaya çıkarılmasın mı?.. Bir taraftan
Ahmet Şık Ergenekon'la mücadele etmiştir (etmediğine yönelik karşı
iddialar da var), bu örgütle bağlantılı olamaz deniyor, ama Odatv'nin
yapmaya çalıştığı şekilde Ergenekon davasını karalayabilmek için 'cemaat
ürünü' yaftalaması yapacağı kitabı her nedense Odatv'de çıkıyor. Sonra
kalkıp da birileri dışarıdan virüs yoluyla bilgisayara yerleştirdi
iddiasına inanılmasını bekliyor. Bu iddiayı dile getiren Şık'ın
açıklamalarında bile tutarsızlıklar var. Bir taraftan, nasıl olur, daha
basılmadan orada nasıl çıkabilir deniyor ve diğer gazeteci Nedim
Şener'in de benzer durumda Odatv'yi dava ettiği ona kızgın olduğu
söyleniyor, diğer taraftan Şık odatv'yi savunuyor ve o kitap oraya
dışarıdan virüs yoluyla gelmiştir diyor. Nasıl geldiği süreçte ortaya
çıkacak. Ancak zaten ortada olan bir gerçek var. Odatv'ye virüs yoluyla
gelmiş denilen dosyalardaki 'Ergenekon davası ile hakim ve savcılarının
karalanması' talimatları, zaten yıllardır odatv'nin yapmakta olduğu
şeydi. Sabah yazarı Sevilay Yükselir kendisine nasıl iğrenç iftira
atıldığını uyarılara karşın bu ısrarlı yayının sürdüğünü açıklamıştı.
Diğer bazı yazarlar da benzer açıklamalar yaptı.
-Artık bıktırdı bu beyhude çabalar-
Bu kafa karışıklığı oluşturma çabalarını Ergenekon sürecinde dönem dönem
gördük. O kadar çok örneği var ki bu saptırma gayretlerinin.. Önce
fotokopi denilerek inkar edilen, aslını bulun yoksa dünyayı başınıza
yıkarız denen meşhur 'irtica' belgesinin aslı ortaya çıkınca bu kez o
imza başkasına ait denildi. Sivil ve askeri laboratuvarlarda doğruluğu
tespit edilince imza makineyle de atılmış olabilir denildi. Ayrıca
üzerine parmak izi var mı, ne malum başka belgeden taşınmadığı, mürekkep
yaşına da bakılsın, o da yetmez ayrıca kağıt ve mürekkep o dönem
genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı mürekkepten mi bakılsın, ayrıca
belge yazışma kurallarına aykırı. Gerçekten biz hazırlasaydık işte şu
şekilde nizami yazışma formatında hazırlardık gibi insan zekasıyla alay
eden gerekçeler gösterildi. Hele neydi o Gölcük'te zemine gizlenen
çuvallarca belge için getirilen yer darlığından oraya gömülmüştür
açıklaması.
-Rejimi korumak için Baykal'ı tasfiye-
Hizbuttahrir terör örgütüyle bağlantısı gündeme gelen teğmen Çelebi'nin
cep telefonundaki adres defterine poliste sehven bazı numaraların
eklendiği ortaya çıktı. Buradan hareketle Ergenekon davasının çöktüğü
iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve soruşturmaların içinde olan
polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu olasılığa hiç değinmediler.
Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı da
ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya çıktı. Teğmen, diğer delillerle
de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını zaten
kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf etti. Yalnız bunun
için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt hakkında bilgi
toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı bilgilendirecektim.
Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit etmek istedim."
Yeni rejimin selameti için yaptığını savundu. İşte belki de olması
gereken bu. Yani Ergenekoncular delillerle ortaya konulan ilişkilerini
tartışmalarla saptırmak yerine dürüstçe kabul etseler ve şunları deseler
daha inandırıcı olmaz mı: 'Evet biz yaptık ama niyetimiz rejimin kötü
gidişini durdurmaktı, bunu görev kabul ettik ve bu işlere kalkıştık.
Baykal rejimi ayakta tutmak için yeterince mücadele edemiyor hatta
mücadele edenlere ayakbağı oluyordu, rejimi koruma adına onu tasfiye
ettik, profesörlerin bir görevi de öncü olmaktır biz de rejimi koruma
adına öncü olduk bu eylemlere destek verdik, pkk'lılar evet tehlikeli
ama düşmanımın düşmanı dostumdur, rejimi koruma adına onlarla işbirliği
yaptık. Kurtuluş savaşında da çetecilerle işbirliği yapılmadı mı?.. vs.
vs."
-'Bizden olmayan' gazeteciler-
"Evet dün ve daha önce tutuklananlar arasında sürpriz isimler var ancak
bu basın yayın özgürlüğünün ciddi tehdit altında olduğunun bir kanıtı
mı? Tutuklamalar "örgüt üyeliğine" yönelik. Ergenekon iddianamelerinde
örgütlenmenin basın yayın kanadından bahsediliyor. Bunların
soruşturulması gerekli. Evet soruşturmalar için tutuklamalar zorunlu mu
tartışılır, buna karşı çıkılabilir ancak bu tartışma sadece
meslektaşlardan bir kısmıyla ilgili olmamalı. Bu ülkede 14 sene tutuklu
kalan insanlar var. Sonra hangi basın yayın özgürlüğünden bahsediliyor
ki? Türkiye'nin tarihi sicili binlerce gazeteci yazara, yayıncıya
çektirilen acılarla yüklü. Geçmişi 301'leri unutabilir miyiz? Malesef
geçmiş "bizden olmayan" gazetecileri, yazarları unuttuğumuzu gösteren
örneklerle dolu. Eğer konuyla ilgili bir "değeri" savunacaksak bunun
genel geçerliliği olmalı yoksa her savunma siyasal kutuplaşmanın
çarkları arasında parçalanıp yok olur." Böyle diyor Radikal'de Vaassen
isimli yorumcu.
-Gladio davasında da aynı eleştiriler yapıldı-
İtalya'da Gladio davası kaç yıl sürdü, kaç kişi ve kimler tutuklandı,
ceza aldı. Orada da bizdeki tartışmaların benzeri yaşandı. Bunlar
bilinen şeyler. İki gündür, dönem dönem ortaya çıkan tartışmalardan
birini daha yaşıyoruz. Odatv'yi gazeteci diye savunmaya kalkanlara Sabah
yazarı Sevilay Yükselir anlamlı bir tepki verdi. Kendisine nasıl iğrenç
iftiralar atıldığını bunun habercilik diye yutturulduğunu açıkladı.
Başka gazeteciler de benzer olayları dile getirdi. Ama işin bu tarafı
birilerince görülmek istenmiyor, gözlerden kaçırılıyor. Gazeteci
Metiner'e ve Orhan Miroğlu'na ölüm tehditleri yöneltilirken ses
çıkarmayanlar Soner Yalçın ve diğerlerine feryat ediyor.
-İnanılır gibi değil ama gerçek-
İnanılır gibi değil. Ortada çok çarpıcı bir durum var. Ahmet Şık, Nedim
Şener ve diğerleri Ergenekon üyesi olamaz deniyor (umarız öyledir,
yanlışlık vardır ve ortaya çıkar). İddianame beklenmiyor. İnanılmaz olan
da bu. Hani iddianame açıklansa da dense ki 'Hani nerede delil, bu mu
onu gözaltına aldıran, tutuklatan ya da dava sanığı yapan?', ikna edici
olur. Ama öyle yapılmıyor. Hatta iddianame değil, birkaç günlük polis ve
savcı sorgusu dahi beklenmiyor. Belki de serbest bırakılacaklar. Ne yani
ortada ciddi deliller varsa bazıları tepki göstermesin diye gözardı mı
edilsin, bu acelecilik niye?..
-Halk onaylıyor mu?-
Birileri halkın bunları onaylamadığını, dolayısıyla operasyonlardan
vazgeçilmesini, gözaltı ve tutukluların serbest bırakılmasını istiyor,
kendi görüşlerini halkın görüşü gibi göstermeye çalışıyor. Evet, halk
gerçekten de herşeyin farkında, bazılarının zannettiği gibi cahil ve
aptal değil. İletişim çağındayız. Daha önce hiç olmadığı kadar olayları
onlar da takip ediyor. Ve 3 ay sonra da seçim var. Eğer gidişatı
tehlikeli görüyorsa yapılanları onaylamıyorsa zaten seçim sandığında
bunu gösterecektir. Böylece bazı çevrelerin istediği sonuç da en güzel
şekliyle gerçekleşmiş olmaz mı?..
-Masumun mağdur olması-
Gözaltındakilerin suçsuz yere içeride yatmasını, hatta ilgisi olmadığı
halde adının iddialara karışmasını bile istemek, insan olanın yapacağı
birşey değil. Masum masumdur. Ama ciddi bulgulara ve belgelere dayalı bir
takım kovuşturmalar yapılmaktaysa o zaman da bu kovuşturma ve yargının
sonucunu beklemek gerekir. Birleri seçtiğimiz hükümetleri yasadışı yollarla
devirmeye kalkıyor, bu uğurda terör örgütleriyle işbirliği yaparak masum
vatan evlatlarını kurban ediyorsa bu ihanetin kovuşturulmasını beklemek de
bir vatandaş olarak hakkımız. Yürekten dileğimiz, bu süreçte suçsuzların
mağdur olmaması. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
Belgeler virüsle yerleştirildi
Ergenekon kapsamındaki Odatv davası sanıklarından olan Müyesser
Yıldız Sabah yazarı Nazlı Ilıcak'a gönderdiği mektubunda, bilgisayarında
ele geçen suç delili belgelerin dışarıdan virüs yoluyla
yerleştirildiğini, masum olduğunu iddia ediyor.
29.03.2012 13:26 Nazlı Ilıcak (Sabah):
Müyesser Yıldız'la birlikte uzun yıllar gazetecilik yaptım. Kendisi,
sevdiğim bir meslektaşımdır. Haksız yere tutuklandığına inanmakta,
bilgisayarında bulunan belgelerin virüs yoluyla konulduğunu iddia
etmektedir. Bana gönderdiği notu aşağıda kısaltarak yayınlıyorum:
"Niçin duruşmamız 3.5 ay sonraya bırakıldı? 3-5 aylık kursla bilişim
uzmanı olmuş 3-5 polisin verdiği üstün körü raporla tutuklandık. Devletin
üniversitelerinden alınan rapora itibar edilmedi. TÜBİTAK'a aylarca
gecikilerek başvuruldu. Başbakan'a doğrudan bağlı TÜBİTAK'a ben nasıl
güveneceğim? 13 aydır Silivri'deyim. Avukatımı da bıraktım. Zira avukat
hukukun bulunduğu yerde lazım olur." (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Odatv'ye TÜBİTAK şoku
TÜBİTAK, Odatv davasının kritik raporunu mahkemeye gönderdi. 3
uzmanın imzasını taşıyan 339 sayfalık raporda, 'İncelenen
bilgisayarlarda virüs tespit edildi. Ancak belgelerin virüsle
yerleştirildiğine dair tespitimiz yok' denildi. Odatv'ye düzenlenen baskında bir bilgisayarda ele geçirilen
ve davanın en önemli delilleri arasında yer alan 'Ulusal Medya 2010'
isimli belgede Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy gibi davaların
boşa çıkarılması için neler yapılması gerektiği ifade ediliyordu.
27.08.2012 14:41 Odatv davasında 7 aydır beklenen TÜBİTAK raporu
mahkemeye ulaştı. 3 uzmanın imzasını taşıyan rapor 339 sayfa. 3 ayrı
bilgisayarda inceleme yapan TÜBİTAK, bilgisayarlarda virüs tespit
edildiğini ancak, davaya konu olan belgelerin virüsle yerleştirildiğine
dair bir tespitlerinin bulunmadığını belirtti.
Gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık ve Soner Yalçın'ın da yargılandığı
Odatv davasında İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, TÜBİTAK'tan
istediği rapor 7 ay sonra mahkemeye ulaştı. Odatv davasının görüldüğü
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, bazı sanık ve avukatların "dava
dosyasında yer alan belgelerin virüs yoluyla sanıkların bilgisayarlarına
gönderildiği iddiasını" incelemek üzere TÜBİTAK'tan rapor alınmasına
karar verdi. Bu kararın ardından mahkeme TÜBİTAK'a yazı yazarak
bilirkişi görevlendirmesini istedi.
Mahkeme, 28 Ocak'ta verdiği karar ile "Belgelerin virüs yoluyla Odatv
bilgisayarlarına yüklenip yüklenilmediğine" ilişkin rapor hazırlanmasına
hükmetti. Raporun gecikmesi üzerine mahkeme, TÜBİTAK'a 2 ay önce yazı
yazdı. Mahkemenin yazısında "söz konusu raporun bir an önce
hazırlanması" istendi.
Mahkemenin acele hazırlanmasını istediği rapor, 7 ay sonra mahkemeye
ulaştı. TÜBİTAK'a bağlı 3 bilirkişi tarafından hazırlanan 339 sayfalık
raporda Odatv'ye ait 1 bilgisayar ile sanıklar Barış Pehlivan ve MüYesser
Yıldız'a ait toplam 3 bilgisayar incelendi. Raporda mahkeme tarafından
incelenmesi istenilen bilgisayarlarda yapılan inceleme sonucu virüs tespit
edildiği belirtildi. Ancak TÜBİTAK, davaya konu olan belgelerin virüs
yoluyla bilgisayarlara girdiğine dair bulguların tespit edilmediğini
belirtti. Raporun, mahkeme heyeti tarafından incelemeye alındığı öğrenildi.
(Cnnturk)
-TÜBİTAK heyeti sanıkların talebi üzerine değiştirilmişti-
Odatv davasına, 14 Eylül 2012 günü devam edilecek.
TÜBİTAK sürecinde ilginç bir gelişme de yaşanmıştı. Mahkeme, avukatların itirazı üzerine virüslü olduğu iddia
edilen belgeleri incelemek için TÜBİTAK'tan görevlendirilen bilirkişi
heyeti üyelerinin değiştirilmesini istemişti. İstanbul 16. Ağır Ceza
Mahkemesi, TÜBİTAK'a yazı yazarak rapor
hazırlayacak heyetteki isimlerin kendilerine gönderilmesini istemişti.
Geçtiğimiz duruşmalarda bilirkişilerin isimleri TÜBİTAK tarafından mahkemeye
bildirilmişti.
Ancak bu isimlere sanık avukatlarından Hüseyin Ersöz itiraz etmişti.
Bilirkişiler arasında bulunan Yılmaz Çankaya, Erdem Alparslan, Burak Bayoğlu ve Tahsin Türköz'e itiraz eden avukat Ersöz, "Bu 4 isimle
verdikleri raporlar nedeniyle davalık olduk. Bu nedenle onlara
güvenmiyoruz. Bu isimlerin hazırlayacağı bir raporu, objektif ve
tarafsız olmayacağı için kabul etmeyeceğiz." demişti.
Bu itiraz üzerine mahkeme, yeni bir karar almış, TÜBİTAK'a tekrar yazı
gönderen mahkeme heyeti, bilirkişi listesinin değiştirilmesini ve yeni 5
kişilik bilirkişi listesinin acilen gönderilmesini talep etmişti. Mahkeme
heyetinin 5 kişilik listeden seçeceği 3 isim virüslü olduğu öne
sürülen belgelerin incelenmesini yaparak rapor hazırlayacaktı. Bugün bu
heyetin hazırladığı rapor mahkemeye sunulmuş oldu.
-Aslında TÜBİTAK raporuna gerek yoktu-
TÜBİTAK'ın tespiti, sanıkların, 'Belgeler virüsle dışarıdan
birileri tarafından yüklenmiş. Bizim haberimiz yok' savunmalarını resmi
olarak çökertmiş oldu. Araştırılan bilgisayarda virüslerin varlığının
belirlenmesi belgeleri onların getirdiğini göstermez. Çünkü virüs bulunmayan
hiçbir bilgisayar yoktur. Onlarca virüsten binlercesine kadar her bilgisayarda
mutlaka virüs bulunur. Eğer bunların varlığı tek başına dışarıdan dosya
getirmeye dayanak olursa hiçbir dijital veri mahkemelerde delil olarak kabul
edilemez. Çünkü dediğimiz gibi her bilgisayarda mutlaka virüsler bulunur. Bu
tartışılmaz bir bilgisayar gerçeğidir. Bu rapora bize göre aslında gerek yoktu. Sanıkların
dikkatleri dağıtmak için ileri sürdükleri bu gerekçe aslında daha baştan
sağlam gerekçelerle eleştirilmişti. Ancak hukuksal prosedür gereği bu
raporun alınması gerekli olmuştu.
-Odatv virüsü Ergenekon davasını çökertmeye çalışıyor-
14 Şubat 2011 tarihinde Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya
Öz nezaretinde, OdaTV isimli internet sitesine
baskın yapıldı. Buradaki bilgisayarlarda ele geçirilen 'Ulusal Medya 2010' isimli
bir belge,
Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy gibi davaların boşa çıkarılması,
sulandırılması ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırılması için neler
yapılması gerektiğini işliyordu. Belgelerde bu davalara bakan hakim, savcı
ve polis gibi kamu görevlilerine yönelik her türlü dezenformasyon
faaliyetlerinin önemi vurgulanıyordu.
Ancak sanık avukatları, bu belgenin bir email ekinde gelen virüs yoluyla
dışarıdan yüklendiğini iddia ettiler.
Odatv sanıklarının avukatlarından Serkan Günel aramalarda bulunduğu
belirtilen belgelere ilişkin şu bilgileri veriyordu:
“Odatv baskını
sonrasında bir ilk olarak Emniyet ‘imaj’ları aldı. Harddiskler bize
kaldı. Biz hep imajlar yerine harddiskler alındığı için bu bilgilerin
Emniyet’te yüklendiğini söylüyorduk. Ancak süreç yine bildik yönde
suçlamalarla ilerliyor. Net bilgiler bu hafta içinde gelecek. İlk
tespitlerimiz bu bilgisayarlara truva atı, spam ya da virüs biçiminde
bilgiler yerleştirildiği yönünde. Yine bulunduğu iddia edilen dijital
belgeler var. Zaten bunun dışında bizce şüpheyi gerektirecek bir durum
yok. Bu süreçte Savcı Zekeriya Öz en çok ‘Ulusal Medya 2010’ diye bir
belge üzerinde durdu. Ancak kimin yazdığı bile belli olmayan bir
belgeydi bu. Montaj odasında kullanılan bir bilgisayarda bulunmuş bu
belge. Ancak dijital imzası yok. Oraya yüzlerce insan geliyor. Beş
senedir kullanılan bir bilgisayar bu diye cevap verdi müvekkillerimiz."
Bu itiraz ile kamuoyunun kafası karıştırılmaya çalışıldı. Ergenekon
davalarının tümünde aslında aynı savunma taktiği yürütülüyor. Sanıklar
ve çevrelerine göre, kağıt belgeler, dijital belgeler ve hatta silahlar polis tarafından
bulundukları yerlere yerleştirilmiş ve daha sonra bulunup kendi
üzerlerine atılmıştı. Aynı gerekçe pes dedirten şekilde Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat
Şube zemin karoları altına gizlenmiş çuvallarca belge için dahi ileri
sürüldü. Ergenekon sanıklarından Mustafa Dönmez ile Serdar Öztürk,
sanıklar arasında bu tarz gerekçeleri en çok ileri süren, en ibret verici
savunma sürecini sergileyen sanıklar oldular. Ancak tüm gerekçeleri
duruşmalarda bir bir çöktü. Aramalara katılan askeri yetkililer dahi
duruşmalarda bu iddiaları reddettiler. Defalarca yapılan kriminal
laboratuar incelemeleri belgelerin orjinal ve ilgili kişinin el ürünü
olduğunu doğruladı.
Benzer bir gayret ve savunma taktiği Odatv sanıkları tarafından da
gösterilmeye çalışılıyor. Ancak bu TÜBİTAK raporu olmasa bile, olayın
başından beri iki önemli gerekçe, virüs iddiasını zaten inandırıcı olmaktan
çıkarıyordu.
İlki, 'Ulusal Medya 2010' belgesinde talimatı verilen örgütsel faaliyetler, Odatv'nin zaten sürekli yapmakta olduğu bir iş
idi. O dokümanda geçen, Ergenekon ve benzer davaların hakimlerini
itibarsızlaştırma faaliyetleri aslında Odatv'nin sürekli yaptığı iş. Özellikle 2009 yılı ramazan
iftarına katılan hakim ve savcılarla ilgili haberi, bunlar arasında en
fazla ses getireni oldu. Odatv'nin yayınları incelendiğinde o belgelerdeki
talimatların nasıl uygulandığı, Odatv'nin Ergenekon savcı ve hakimlerini
karalama amaçlı 'iftarı yemeği' haberinde çok iyi görüldü. Dolayısıyla odatv'nin zaten sürekli yapmakta olduğu
faaliyetlere dair bilgisayarda bulunan bir belgenin virüs yoluyla
başkaları tarafından komplo amacıyla yerleştirildiği savunmasının inandırıcılığı olmamıştı.
İkincisi ise, belge bir değil bir çok sanığın bilgisayarlarında da ele
geçirilmişti. Odatv davasının en önemli delilleri arasında yer
alan 'Ulusal Medya 2010' belgesinin sadece Oda TV'de değil, davanın
sanıklarından Müyesser Uğur ve Barış Pehlivan'a ait 3 farklı
bilgisayarda, 6 ayrı dosyada bulunduğu tespit edilmişti.
Dolayısıyla hakimlerin bu
taktiklerle yanıltılması mümkün değil. Sadece kamuoyunun kafası
karıştırılmaya çalışılıyor. Ancak tersi oluyor. Sanıklar delillere itiraz ettikçe o
deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam
oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik
olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil
oluyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
TÜBİTAK,
Odatv davasında hazırladığı ikinci raporu da mahkemeye gönderdi. İlk raporda
mahkeme heyetinin teknik olarak anlayamadığı bazı sorularına cevap niteliği
taşıyan rapor, ilk raporda olduğu gibi yine sanıkları şok eden bir sonuca vardı.
3 uzmanın imzasını taşıyan 86 sayfalık ek raporda, 'İncelenen bilgisayarlarda
belgelerin kullanıcılar tarafından açıldığı anlaşılmıştır. Uzaktan dosya
göndermeye yarayan bazı programlara rastlanmışsa da dava konusu belgelerin bu
programların bilgisayara geliş tarihinden daha önce de bilgisayarda var olduğu
anlaşılmıştır' deniliyor. Odatv'ye düzenlenen baskında bir bilgisayarda ele
geçirilen ve davanın en önemli delilleri arasında yer alan 'Ulusal Medya 2010'
isimli belgede Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy gibi davaların boşa çıkarılması
için neler yapılması gerektiği ifade ediliyordu.
12.11.2012 20:23 Odatv davasında ilk raporu net olmadığı için ek rapor
istenilen TÜBİTAK, 86 sayfalık raporu mahkemeye sundu. Hatırlanacağı gibi, Odatv
davasının sanıkları dosyadaki delil niteliğindeki dijital verilerin virüs
yoluyla gönderildiğini iddia etmişti. Bunun üzerine davanın görüldüğü İstanbul
16. Ağır Ceza Mahkemesi, TÜBİTAK’tan rapor istedi. Odatv’ye ait 1 bilgisayar ile
sanıklar Barış Pehlivan ve Müesser Yıldız’a ait toplam 3 bilgisayarı inceleyen
TÜBİTAK hazırladığı raporu mahkemeye gönderdi.
Ancak mahkeme TÜBİTAK’tan gelen raporun yeterli olmadığını belirterek, ya da
teknik olarak bazı ayrıntıları anlayamadığını belirterek yeniden rapor
hazırlamasına karar verdi. Mahkeme, TÜBİTAK'a konuyla ilgili 10 soru yönelterek,
yargılama konusu belgelerin sanıkların bilgisayarlarına virüs yoluyla gönderilip
gönderilmediğini daha net ifadelerle anlatan yeni bir rapor hazırlatılmasını
istedi.
Yaklaşık 1 ay önce istenen rapor bugün mahkemeye ulaştı. 86 sayfalık rapor 3
kişiden oluşan bir bilirkişi heyetinin imzasını taşıyor. Mahkemeye gönderilen ek
raporda yapılan inceleme sonucunda oluşan kanının açık bir dille ifade edildiği
belirtildi.
-Soru-cevap şeklinde-
86 sayfalık rapor soru cevap şeklinde hazırlandı. TÜBİTAK öncelikli olarak
mahkemenin kendisine gönderdiği 10 soruya cevap verdi.
Tübitak bilirkişilerinin hazırladığı 86 sayfalık ek raporu indirmek/okumak için
tıklayın (pdf)
Tübitak bilirkişilerinin hazırladığı 339 sayfalık ilk raporu indirmek/okumak
için tıklayın (pdf)
-Mahkemenin 1. sorusu -
Dosyaların anılan bilgisayarlarda kesin olarak oluşturulup oluşturulmadığı,
değiştirilip değiştirilmediğinin tespitinin mümkün olup olmadığı? Kesin olarak
tespitinin mümkün olmaması halinde bunun nedenlerinin yalın ve açıklayıcı bir
şekilde belirtilmesinin istenmesi?
-"USB ile taşınmış"-
TÜBİTAK: Herhangi bir dosyanın bir bilgisayarlarda oluşturulup oluşturulmadığı,
değiştirilip değiştirilmediğinin kesin tespiti mümkün değildir. Bunun sebebi bir
dosyanın bir bilgisayarda oluşturulduğuna veya değiştirildiğine işaret eden
dijital bulguların kesinlik ifade etmemesi ve bilgi sahibi bir kullanıcı
tarafından değiştirilebilir olmasıdır.
İncelemelerde yazar alanında “soner", “Barış", “pc" ve “Your User Name", son
değiştiren alanında ise “Sys" ofis kullanıcı isimlerinin geçtiği dokümanlara
rastlanmıştır. “Sys" Delil 1(Oda tv bilgisayarı) bilgisayarındaki ofis kullanıcı
ismidir. Bu şartları sağlayan dokümanlarda ofis üst verileri ve dosya sistemi
üst verileri incelendiğinde, bu dokümanların yüksek ihtimalle Delil 1 bilgisayar
kullanıcısı tarafından değiştirildiği kanaatine varılmıştır.
Dosyaların Delil 1 (Oda tv bilgisayarı) ve Delil 2 (Barış Pehlivan’ın
bilgisayarı) bilgisayarlarına, bahse konu olan zararlı yazılımlar ile yüksek
ihtimalle gönderilmediği de göz ününde bulundurulduğunda; yazar alanında ofis
kullanıcı ismi “soner" olan dokümanların) yüksek ihtimalle “Soner Yalçın" isimli
şahsa ait farklı bir bilgisayarda oluşturulduğu, yazar alanında “Barış" yazan
dokümanların da yüksek ihtimalle “Barış Pehlivan" isimli şahsa ait farklı bir
bilgisayarda oluşturulduğu ve daha sonra ilgili bilgisayarlara CD/DVD, USB tarzı
veri depolama cihazları ile taşındığı değerlendirilmektedir.
-Mahkemenin 2. Sorusu-
İlk raporda belirtilen dosyaların anılan bilgisayarlarda ‘açıldığına dair
bulguya rastlanılmadığı’ olgusunun yalın bir şekilde açıklanması, belgenin
açıldığına dair izlerin nerede ve ne şekilde bulunacağının açıklanması, ‘bu tür
bulguya rastlanmamış olmasının kullanıcı tarafından kesin olarak açılmadığı
anlamına gelmeyeceği’ belirlemesinin yine yalın bir şekilde açıklanması, kesin
olarak belirleme yapılamamasının nedenlerinin hangi olasılıklardan
kaynaklandığının ayrıntılı bir şekilde belirtilmesi?
-"İzleri silmek için kullanılan ccleaner programına rastlanıldı"-
İzlerin bir kısmı geçici izlerdir (zaman geçtikçe bu izler silinip üzerlerine
yeni açılan dokümanların izleri gelebilir). Aynı zamanda bu izler bilgili bir
kullanıcı tarafından elle veya çeşitli yardımcı programlar vasıtasıyla (Ccleaner
gibi) silinebilir.
Delil 2 (Barış Pehlivan’ın) bilgisayarında bu tür izleri silmek için kullanılan
“Ccleaner" uygulamasına ait izlere rastlanmıştır. Araştırma sonucunda yukarıda
bahsi geçen “Ccleaner" uygulamasıyla ilgili çeşitli izlere Delil 2
bilgisayarında rastlanılmıştır. Dava kapsamında incelenen Delil 2 bilgisayarında
$LogFile sistem dosyasında, EK-1 dosyalarının birçoğunun ismi geçmesi, bununla
birlikte dosya içeriklerine ve MFT kayıtlarına dair hiçbir izin bulunmamasının
sebebi, dosyaların “Ccleaner" ile temizlenmiş olması olabilir.
-"İzlere rastlanılması açıldığına işaret"-
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere dosyaların açılmasıyla alakalı
izlere rastlanmamış olması, ilgili dokümanların açılmadığını kesin olarak
göstermemektedir. Bu izlere rastlanılması ise kuvvetli bir ihtimalle bu
dokümanların açıldığına işaret etmektedir. Ek olarak “Hanefi.doc" dosyasının
oluşturma tarihi ile son erişim tarihleri arasında yaklaşık 6 ay,
“Sn.Komutanım.doc" dokümanı için yaklaşık 5 ay, “toplantı.doc" dosyası için
yaklaşık 8 ay fark bulunmaktadır. Bunun anlamı “Hanefi.doc" dosyasının en az 6
ay, "Sn.Komutanım.doc" dosyasının en az 5 ay ve "toplantı.doc" dosyasının en az
8 ay silinmeden önce ilgili bilgisayarda kullanıcının erişebileceği bir konumda
bulunmuş olmasıdır.
-“Dosyalar zararlı yazılımlarla gönderilmedi, kullanıcılar dosyalarda değişiklik
de yaptı"-
Delil 1 (oda tv) ve Delil 2 (barış pehlivan) bilgisayarlarına, dosyaların yüksek
ihtimalle zararlı yazılımlar ile gönderilmediği göz önünde bulundurulduğunda, bu
üç dosyanın yüksek ihtimalle kullanıcı bilgisi dâhilinde Delil 1 bilgisayarında
bulunduğu ve erişim tarihlerindeki güncellemelerden ötürü bu dosyalar üzerinde
kullanıcı tarafından bir işlem yapıldığı değerlendirilmektedir.
Aynı şekilde Cevap 8’de açıklandığı üzere, yüksek ihtimalle Delil 2
bilgisayarında değiştirilmiş olan “SY.doc" ve “prj_60.doc" dosyalarının, Delil 2
bilgisayar kullanıcısı tarafından yüksek ihtimalle açıldığı
değerlendirilmektedir. Diğer dosyalar için ise bu tür bir yargıya varabilmek
için yeterli veri mevcut değildir.
-3. soru-
Mahkemenin sorusu İlk raporda belirtilen dosyaların anılan bilgisayarlarda
‘zararlı bir yazılım tarafından gönderildiğine veya değiştirildiğine dair bir
bulguya rastlanmamıştır' olgusunun yine yalın bir şekilde açıklanması? Yine
raporda geçen ‘Dosyanın zararlı bir yazılım tarafından kesin olarak
gönderilmemiş veya değiştirilmemiş olduğu anlamına gelmemektedir' ibaresinin
yalın bir şekilde açıklanması?
-"Dosyaları oluşturma tarihi zararlı yazılımdan önce"-
Tübitak: "Bu inceleme sonucunda ilgili belgelerin zararlı yazılımlar vasıtasıyla
gönderilip gönderilmediği hususuyla alakalı tespit edilen bulgular şu
şekildedir:
1- İlgili bilgisayarlara hedefli olarak uzaktan yönetim özelliği bulunan zararlı
yazılımlar gönderilmiştir.
2- Bu zararlı yazılımların ilgili bilgisayarlarda çalışmış olduğu tespit
edilmiştir.
3- EK-3 tablolarında, davaya konu dosyalarla alakalı, delil bilgisayarlarında
tespit edilen üst veri türleri gösterilmektedir. Bu tablolardan da anlaşılacağı
üzere, dosyaların çoğunun dosya sistemi zaman üst verilerine ulaşılmıştır.
4- Erişilen bu dosya sistemi tarih üst verilerine göre, dosyaların oluşturulma
zamanları, ilgili zararlı yazılımların gönderilme zamanlarından öncedir.
Sonuç olarak yukarıdaki bulgular doğrultusunda, Delil 1(oda tv) ve Delil 2(barış
pehlivan) bilgisayarlarında EK-1 listesinde bulunan dokümanların yüksek
ihtimalle bahse konu olan zararlı yazılımlarla bu bilgisayarlara gönderilmediği
değerlendirilmektedir."
-4. soru-
Her üç bilgisayardaki Güvenlik önlemlerinin, uzaktan dosya gönderme özelliğine
sahip zararlı yazılımların çalışmasını engelleyip engellemeyeceğinin ayrıntılı
olarak açıklanması?
-"Mümkün değildir"-
Tübitak: "Uzaktan dosya gönderme özelliğine sahip bir zararlı yazılımın
gönderdiği, resim, ofis dosyası, vb. gibi içerisinde herhangi bir zararlı kod
parçası içermeyen dosyalar, bilgisayar üzerindeki antivirüs yazılımı tarafından
tespit edilemez ve engellenemezler. Antivirüs yazılımının tespit edip,
engellemesi ancak uzaktan gönderilen dosyalar içerisinde antivirüs yazılımı
tarafından tanınan zararlı kodların olması durumunda mümkün olabilir. Bu sebeple
herhangi bir zararlı yazılım parçası içermeyen EK-1 listesinde belirtilen
dosyaların, anti-virüs yazılımları ile tespit edilmesi veya silinmesi mümkün
değildir. Zararlı yazılımların gönderildiği tarihte, delil bilgisayarlarında o
zamanki güvenlik ürünleri tarafından tespit edilebilmeleri ve engellenmeleri
mümkün olmamıştır."
-5. soru-
Raporun 215. sayfasında belirtilen her 3 bilgisayarda da kurulu olduğu ve
kullanıcı numaraları ile kullanıldığı belirtilen Teamviewer isimli uzaktan
bağlantı ve yönetim programı ve özellikleri hakkında açıklamada bulununuz? Bu
program aracılığıyla uzaktan erişim ile bilgisayara dosya gönderilebilir mi?
Tübitak: "Teamviewer uygulaması, uzaktaki başka bir bilgisayarı internet
üzerinden yönetmeye yarayan bir araçtır. Odatv ve Barış Pehlivana ait
bilgisayarlarda kurulu olan Teamviewer uygulamasında aynı parolanın kayıtlı
olduğu görülmüştür. Bu sayede kullanıcıların birbirlerinin bilgisayarına aynı
parola ile uzaktan bağlanabildikleri ve yönetebildikleri düşünülmektedir. Bu
nedenle, davaya konu dosyaların ilgili hard disklere Teamviwer aracılığıyla
gelmiş olması ihtimaller arasındadır."
TÜBİTAK, ayrıca sanıklar Hanefi Avcı ve Soner Yalçın'ın sorularına da yanıt
verdi. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
TÜBİTAK'ın ikinci raporu
Odatv davasında TÜBİTAK'ın iki gün önce mahkemey ulaşan raporuna sanıklar yine
itiraz etti. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak yazısında, raporu ve itirazları
değerlendiriyor.
14.11.2012 12:26 Nazlı Ilıcak (Sabah): TÜBİTAK'ın ikinci raporu.. TÜBİTAK'ın
ikinci raporu, Oda TV davasının görüldüğü 16. Ağır Ceza Mahkemesi'ne ulaştı. İlk
TÜBİTAK raporunda bazı belirsizlikler mevcuttu. Meselâ, "Dosyanın kullanıcı
tarafından açıldığına dair bulguya rastlanmamıştır. Bu tür bir bulgunun
bulunmaması, dosyanın kesin olarak kullanıcı tarafından açılmadığı anlamına
gelmez" ya da "Dosyanın virüs tarafından gönderildiğine veya değiştirildiğine
dair bir bulguya rastlanmamıştır. Bu tür bir bulgunun bulunmamış olması, bu
dosyanın zararlı bir yazılım tarafından kesin olarak gönderilmemiş ya da
değiştirilmemiş olduğu anlamına gelmez" deniliyordu.
Aslında, TÜBİTAK, dijital verilerde bilimsel olarak kesin bir sonuca
varılamayacağını anlatmak için yukarıdaki ifadeleri kullanmıştı. Sanık
avukatları ise, "Kuşku sanığın lehine değerlendirilir" demek suretiyle, TÜBİTAK
raporunun müvekkillerini akladığını iddia etmişlerdi.
Yeni raporda, ilkine göre daha belirgin tespitler yapılmakta. Özellikle, ilk
rapordaki "Dosyaların zararlı bir yazılım (virüs) tarafından gönderildiğine dair
bir bulguya rastlanmamıştır" ifadesini bertaraf edecek, kuşkuya yer bırakmayan
kesin bir görüş ortaya konuluyor ve deniliyor ki: "Dosyaların çoğunun zaman üst
verilerine ulaşılmıştır. Dosyaların oluşturma zamanı, zararlı yazılım (virüs)
gönderilme tarihinden öncedir."
Bu ne demek? "Dosyalar, virüs tarafından gönderilmemiştir."
Yeni raporda eskisine göre daha açık bilgiler mevcut. Meselâ mahkeme,
"Dosyaların açılmasıyla ilgili ize rastlanmaması, kesinlikle bu dosyaların
açılmadığı anlamına gelmez" şeklindeki ifadenin izah edilmesini de istemişti.
TÜBİTAK, açıklamayı şu şekilde yapıyor: "İzlerin bir kısmı geçicidir. Zaman
ilerledikçe bu izler silinip, üzerine yeni açılan doküman izleri gelebilir. Aynı
zamanda söz konusu izler, yardımcı bir programla da silinebilir. Barış
Pehlivan'ın bilgisayarında bu tür izleri silmek için kullanılan Ccleaner
uygulamasına rastlanmıştır."
Sanıklar, gelen dosyaların hiç açılmadan, geldiği gibi aynı anda silindiğini de
ileri sürmüşlerdi. Bu konuda son TÜBİTAK raporunun görüşü farklı: "Hanefi.doc"
dosyasının oluşturma tarihi ile son erişim tarihleri arasında 6 ay, "Sn.komutan.
doc" dosyası için yaklaşık 5 ay, "toplantı. doc" dosyası için yaklaşık 8 ay fark
bulunmaktadır. Bunun anlamı, "Hanefi. doc"un en az 6 ay, "Sn.komutanım. doc"un
en az 5 ay ve "toplantı. doc"un en az 8 ay silinmeden önce ilgili bilgisayarda,
kullanıcının erişebileceği bir konumda bulunmuş olmasıdır."
"Hanefi.doc" dosyasında, Hanefi Avcı'nın yazdığı "Haliç'te Yaşayan Simonlar...
Dün Devlet, Bugün Cemaat" isimli kitabın müsveddesi bulunuyordu.
"Sn.komutanım.doc" dosyası, askeri bir toplantı sonrası alınan kararları ihtiva
ediyordu (Temmuz 2010). Bu kararlar, Ergenekon ve Balyoz davalarının nasıl
karartılarak manipüle edileceğine dair 3 ana bölüm halinde notlar içeriyordu. 1)
Karartma, 2) İnkâr etme, 3) Sulandırma. Belgenin altında avukat Şule Erol'un
ismi mevcuttu.
"Toplantı.doc" içeriğinde, "Hocayla toplantı" başlıklı bir yazı mevcuttu. Bu
yazıda, Oda TV çalışanlarının ve yapılan toplantıların deşifre olmaması için ne
gibi önlemler alınması gerektiği sıralanıyor, Oda TV'de yayınlanacak haberlerin
nasıl hazırlanacağı belirtiliyordu. Nottan, talimatların Yalçın Küçük tarafından
Oda TV'ye verildiği anlaşılıyordu. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
TÜBİTAK raporu ve karşı görüşler
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak bugünkü yazısında da, Odatv davasında TÜBİTAK'ın
hazırladığı ek raporu ve itirazları değerlendiriyor.
15.11.2012 10:14 Nazlı Ilıcak (Sabah): TÜBİTAK raporu ve karşı görüşler..
TÜBİTAK'ın 2'nci raporu, yeni tartışmalara yol açtı. Bu raporda, Oda TV (Delil
1) ile Barış Pehlivan'ın (Delil 2) bilgisayarlarında çıkan ve iddianamede yer
alan dosyaların (prj_60.doc ve SY.doc hariç) bu bilgisayarlarda oluşturulmadığı
ve değiştirilmediği belirtiliyor. Ama bununla beraber, rapor söz konusu
dosyaların zararlı yazılım aracılığıyla (virüsle) gönderilmediğini de yüksek
ihtimal olarak kabul ediyor. Çünkü dosyaların çoğunun, zaman üst verilerine
ulaşılmış ve bu üst verilere göre, dosyaların oluşturulma zamanının, zararlı
yazılımların yani virüslerin gönderilme tarihinden önce olduğu tespit edilmiş.
Raporda, konuya ilişkin şu ek bilgiler de veriliyor:
"Dosyaların zararlı yazılımla gönderilmiş olabilmesi için, tarih üst verilerinin
değiştirilerek önceki bir tarihe alınmış olması gerekir. Oysa bu dosyalarda
tarih üst verilerinin değiştirildiğine dair bir ize rastlanmamıştır. Herhangi
bir iz bırakmadan tarih üst verilerinde değişiklik yapabilme olasılığı çok
düşüktür. Sonuç olarak, Delil 1 ve Delil 2 bilgisayarlarındaki dokümanların,
yüksek ihtimalle virüs tarafından gönderilmediği değerlendirilmektedir."
TÜBİTAK raporu, "Bu dosyalar zararlı yazılımlar tarafından gönderilmediğine
göre, yüksek ihtimalle, Soner Yalçın ya da Barış Pehlivan tarafından farklı bir
bilgisayarda oluşturulup, CD, DVD, USB tarzı veri depolama cihazı ile Delil 1 ve
Delil 2 bilgisayarlarına taşınmıştır" sonucuna varıyor. "Dosyaların Delil 1 ya
da Delil 2 bilgisayarlarında açılıp açılmadığına dair bulguya rastlanmaması, bu
izlerin geçici olmasından, zamanla silinip üzerlerine yeni açılan dokümanların
izlerinin gelmesinden kaynaklandığı gibi, izler bilgili bir kullanıcı tarafından
Ccleaner tarzında bir yardımcı program kullanılarak da silinebilir" görüşü
raporda yer alıyor.
Özetle rapora göre,
1) Dosyalar (prj_60.doc ve SY.doc hariç), Delil 1 ve Delil 2 bilgisayarlarında
oluşturulmamıştır ve değiştirilmemiştir.
2) Bu dosyalar, virüs tarafından gönderilmemiştir. Çünkü tarihleri, virüsün
bilgisayarlara ulaştığı tarihten eskidir.
3) Soner Yalçın ve Barış Pehlivan tarafından başka bilgisayarlarda hazırlanıp,
Delil 1 ve Delil 2 bilgisayarlarına gönderilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
4) Dosyalar, Delil 1 ve Delil 2 bilgisayarlarında açılmış olabilir. İz
bulunmaması, açılmamış olduğunu göstermez.
Soner Yalçın'ın mektubunu aldım; avukatlarının görüşlerini de öğrendim. Yalçın,
bir dosyada zararlı yazılım bulunduğuna göre, zaman üst verisinin de virüs ile
değiştirilmiş olacağının kabul edilmesi gerektiğini savunuyor. Avukatı ise,
uluslararası doktrinde, bir bilgisayarda virüs bulunursa, artık o bilgisayarın
başkalarınca ele geçirildiğinin kabul edildiğini, dijital verilerin delil
niteliğini kaybettiğini belirtiyor.
Gelelim "prj_60.doc" ve "SY.doc"a. TÜBİTAK'ın raporu, "Bu iki dosyanın Delil 2
bilgisayarında işlem gördüğü (değiştirilmiş olduğu), yüksek bir ihtimal olarak
logfile kayıtlarından anlaşılmaktadır" diyor. Bununla beraber SY.doc dosyasının
Soner Yalçın isimli şahıs tarafından bir başka bilgisayarda, prj_60.doc
dosyasının da Barış Pehlivan adlı şahıs tarafından bir başka bilgisayarda
oluşturma ihtimalini yüksek görüyor. Tıpkı diğer dosyalar gibi, bu 2 dosyanın
da, daha sonradan Delil 1 ve Delil 2 bilgisayarlarına aktarılmış olabileceğini
belirtiyor.
Soner Yalçın'ın avukatları, "TÜBİTAK raporuna göre, sadece adı geçen bu iki
dosyayla ilgili sorumluluğumuz kaldı. Diğerlerinin Delil 1 ve Delil 2
bilgisayarlarında oluşturulup değiştirilmediği ortaya çıktı" görüşünde.
Benim değerlendirmem farklı. Yukarıda yazdıklarıma bakarak, raporun ne demek
istediğini, avukatların düşüncesinin doğru olup olmadığını siz de
değerlendirebilirsiniz. Ama tabii ki kararı mahkeme verecek.
Yarın, Delil 2 bilgisayarında işlem gören prj_60.doc ve SY.doc isimli
dokümanlarda neler olduğunu yazacağım. Tabii, Oda TV sanıkları, o belgelerin de
virüsle geldiğini belirtiyor. Bunu da hemen ilave edeyim. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Gazetecilik faaliyeti mi, eylem planı mı?..
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Odatv davasında TÜBİTAK'ın hazırladığı ek raporu ve
itirazları değerlendirmeye üçüncü günde de devam ediyor.
16.11.2012 10:14 Nazlı Ilıcak (Sabah): Gazetecilik faaliyeti mi, eylem planı
mı?.. Konu bilgisayarlar ve dijital veriler olduğu için, kafalar kolayca
karışıyor. Modern çağın icabı, Balyoz'da, Ergenekon'da, Oda TV ve benzeri
davalarda, delillerin çoğu ya bilgisayarlarda silinmiş olarak ele geçirildi, ya
Gölcük'te örneğini gördüğümüz gibi, hard diskte yer aldı; İrtica ile Mücadele
Eylem Planı bir avukatın ofisinde bulundu; Balyoz belgeleri gene bilgisayar
çıktısı olarak bir gazeteciye teslim edildi. Hal böyle olunca, sanıklar, "Bunlar
bize ait değil; düzmece. Fethullahçı polisler tarafından yerleştirildi; imal
edildi; onlar tarafından virüsle bilgisayarlarımıza gönderildi" diyebiliyorlar.
Tek bir davada bu gibi iddialar seslendirilse, "Kabul edilebilir" bulacaksınız
ama birbiriyle hiç irtibatı olmayan kişilerde ya da mekânlarda ele geçen bütün
deliller hakkında aynı gerekçe ortaya atılınca, inandırıcılık da kalmıyor.
İzlenecek yol, belgeleri teker teker okumak, hâkim ya da savcı kılığına
bürünmeden vicdani kanaatine göre bir değerlendirme yapmak olmalı. Böyle
davrandığınız takdirde, meselâ, Oda TV sanıklarının gazeteci kimlikleri
dolayısıyla yargılanmadıklarını, haklarındaki iddianın Ergenekon ile muhtemel
ilişkilerine isnat ettiğini kolayca kavrayabilirsiniz.
TÜBİTAK, Oda TV bilgisayarından çıkan 35 dokümanı inceledi. Bunların hiçbirinin
virüsle gönderilmediği sonucuna vardı. Ayrıca 2'sinin (prj_60.doc ve SY.doc),
Barış Pehlivan'ın bilgisayarında değiştirildiğini, yani işlem gördüğünü tespit
etti. Dolayısıyla sanıkların "Dokümanı hiç görmedik" savı da, en azından
prj_60.doc ve SY.doc açısından çürütüldü.
Pehlivan'ın bilgisayarında değiştirilen prj_60.doc ve SY.doc'ta neler yazıyordu,
ona bakalım:
"prj_60.doc": "Yalçın hoca ile görüşüldü. Gençlik hareketleri ile ilgili
denenmiş alternatifler konusundaki hazırlıklar anlatıldı. Hoca önerilerini
anlattı kısaca not aldık. Sokaklar çok önemli. Gençliğin özellikle üniversite
gençliğinin sokağa inmesi lâzım. Kemalist devrim ruhunun canlanması için
birilerinin ayağa kalkması gerek. Sivil görünüm şart. Kesinlikle açık
verilmemeli. Kitleyi yönlendirecek çocuklar iyi belirlenmeli. İlk dalga çok
önemli. Fitil ateşlensin yeter. Referandum öncesi denendi ama çok ses getirmedi.
Güçlü bir medya desteği gerekli. Bağcılar'a gidilip anlatılmalı. Onlar el
atarlarsa mutlaka ses getirir. Gençlik hareketleri iktidar karşıtı gösterilere
dönüşmeli. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin genel bir talimat vermemesi doğru. En
güvenilir çocuklar derneklerin politikası değilmiş izlenimi vererek sokağı
organize edebilirler. Türkiye Gençlik Birliği (TGB, İşçi Partisi'nin gençlik
teşkilatı. NI) olaylara katılmasın. Katılırsa olayları Ergenekon organize ediyor
diyecekler. Bu algı oluşmamalı... Polis şiddet kullanmaya zorlanmalı, tahrik
edilmeli. YARSAV iki ayrı katmanda ele alınmalı; temasta olduğumuz yargı
mensuplarının yer aldığı profesyonel yapı ve karşı devrimle mücadelede
kullanılan yönetim kademeleri olarak. Yönetim kademelerinin TGB ile temasları bu
anlamda önem kazanıyor. Yönetim kademeleri ile TGB'nin koordinesi aksamamalı."
"SY.doc": (1) "Pınar ve Dani Rodrik ile güçlü iletişim. Çetin Paşa'nın Oda TV'ye
emeği büyük, sınırsız destek. Çiçek, Genelkurmay bana sahip çıkmıyor, konuşacam
diyormuş. Doğan abi üzerinden iletildi, kızı ile görüş." (2) "Yalçın hocanın
Haberal ile irtibatı teknik sebeplerle aksıyor, çözüm? Avukat üzerinden görüş.
Telefon, mail yok. Yandaş medyanın önemli önemsiz her konuyu Ergenekon'a
bağlaması dalgaya alınsın, kara mizah yapılacak. Oray'la AKP ve Cemaat hakkında
yazacağı yazılar hakkında görüş. İstenen kıvama gelse de yine de dikkat."
Bilgisayarlarda ele geçirilen diğer 33 dokümanın bazılarında da, yukarıdakilere
benzer eylem planları var. Bunları, gazetecilik faaliyeti içinde nasıl
değerlendirebilirsiniz? Tabii belgelerin sahte olduğu ispat edilebilirse, dava
beraatle neticelenir. Ama maalesef TÜBİTAK raporu virüs iddiasını kabul etmedi.
(Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Yargıtay:
Dijital veriler delildir
Yargıtay'dan emsal karar: Dijital veri delildir..
Balyoz davasına da bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, DHKP-C
davasında sanık Hüseyin Edemir’de ele geçirilen disketlerdeki bilgilerle
verdiği 6 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Bu durum, Balyoz
ve diğer davalardaki sanıkların dijital verilerin delil olamayacağına ilişkin itirazını da
çökertmiş oldu. Karar, benzer davalara emsal olacak.
02.11.2012 09:46 Balyoz, Ergenekon ve Odatv davalarını yakından ilgilendiren bir
gelişme yaşandı.. Balyoz davasına da bakmış olan İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin DHKP-C davasında dijital verilerden yola çıkarak verdiği
mahkûmiyet kararı, Yargıtay tarafından onandı.
-Mahkeme: Artık bilgisayarla ilişkisi olmayan çok az suç kaldı-
Sanık Hüseyin Edemir, ofisinde ele geçirilen disketlerde yer alan bilgilere
dayanılarak 6 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme kararında,
“Günümüzde bilgisayar verileriyle ilişkisi olmayan çok az suç kalmıştır. Suç
işleyen kişilerin ya da suç örgütlerinin bu teknolojiden faydalanmayacağını
düşünmek imkânsızdır.” ifadelerine yer vermişti.
Balyoz davasına da bakan mahkeme, dijital delillerin örgütsel suçların
aydınlatılmasında kullanılabileceğine dikkat çekti. Balyoz davası sanıkları
ve avukatları ise dijital verilerin delil olamayacağı yönünde itirazda
bulunmuştu.
2001 yılında bir ihbar üzerine terör örgütü DHKP-C ile ilişkili ‘Ülkemizde
Gençlik’ isimli derginin ofisinde arama yapıldı. Aramada 10 disket, 2 hard
disk ve 2 bilgisayara el konuldu. Söz konusu deliller üzerinde yapılan
incelemede 7 numaralı diskette sanık Hüseyin Edemir’le ilgili suç konusu
dosya tespit edildi. Emniyet Müdürlüğü’nden gelen bir yazıda da sanık
Edemir’in bu aramada ele geçirilen doküman dışında bir eylemden aranmadığı
belirtildi.
Edemir’in suçlanmasında delil olarak kabul edilen ikinci belge ise 2006
yılında Hollanda ve Belçika makamlarından gönderilen DHKP-C örgüt
arşivlerinde tespit edildi. Örgütün arşivinde sanık Edemir’in ismi 7 adet
dijital belgede yer alıyordu.
1 Şubat 2010 tarihinde tutuklanan Edemir, görülen dava sonucu 23 Haziran
2011’de 6 yıl hapse mahkum oldu. Sanık ve duruşma savcısının kararı temyiz
etmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10 Eylül 2012 tarihinde itirazları
reddederek kararı onadı.
BALYOZ DAVASINA DA DAYANAK OLMUŞTU
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dijital delillere dayanarak verdiği ve
Yargıtay’ın da onadığı bu mahkumiyet kararı birçok önemli davaya da emsal
olacak. Dijital veri tartışmasının yürütüldüğü Balyoz darbe planı davası bu
davaların en önemlilerinden biri. Balyoz sanıkları ve avukatları da dijital
verilerin karara dayanak olamayacağı üzerinden savunma yapmıştı. Aynı
mahkeme Balyoz sanıkları hakkında da mahkumiyet kararı vermişti. Benzer
şekilde Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk ve Fuhuş davaları ile Odatv
davalarında da
dijital veriler üzerinden tartışmalar yürütülmekte. Yargıtay’ın onama
kararı, bu davalara da emsal teşkil edecek.
-Can Dündar'dan adalet ayıbı: Dijital veriler delil olamaz!-
Milliyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar, 9 Mart 2011 tarihli yazısını sanık
Hüseyin Edemir’e ayırmıştı. Dündar yazısında, “Hukuksuzluğun yeni bir
kanıtından söz edeceğim bugün.” diyerek sanık Hüseyin Edemir’in kendisine
gönderdiği mektubu yayımlamıştı. Edemir’in bir bilgisayar disketinde adı
çıktığı için tutuklandığını belirten Dündar, avukatların dijital verilerin
delil olamayacağı iddialarına yer vermişti. Kararı veren mahkemeyi de hedef
alan Dündar, “Hâkim kim? Balyoz davasının hakimi.” ifadelerine yer vermiş ve
davayı ‘bir adalet ayıbı’ olarak nitelendirmişti. (Zaman)
Odatv ve Avcı'dan teknik açıklamalar
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Odatv sanıklarından Hanefi Avcı'nın dava
delilleriyle ilgili gönderdiği mektubundaki bazı eleştirilerini aktarıyor.
27.12.2012 12:44 Nazlı Ilıcak (Sabah): Oda TV ve Avcı'dan teknik
açıklamalar.. Bugün Oda TV'nin duruşması var. Hanefi Avcı teknik konularla
ilgili önemli açıklamalarda bulunacak. Bir özetini bana da ulaştırdı. Malum,
Oda TV, Barış Pehlivan ve Müyesser Yıldız'a ait bilgisayarlarda Oda
TV'cileri suçlayan bazı dijital belgelere ulaşıldı. 35 doküman söz konusu.
Yıldız'a ait bilgisayarda ise, bu 35 dokümanın sadece 4'ü çıktı. Oda TV
bilgisayarına Delil 1, Barış Pehlivan'ınkine Delil 2, Müyesser Yıldız'a ait
olana ise Delil 3 deni- liyor. TÜBİTAK söz konusu bilgisayarlara virüs
gönderildiğini tespit etti. Buna mukabil, Delil 1 ve Delil 2 bilgisayarında
yer alan 35 dokümanın tarihlerinin, virüsün bilgisayara ulaştığı tarihten
daha eski olduğu hususundan hareketle, dijital verilerin virüs tarafından
yollanmadığı kanaatine vardı. Aynı rapor, Müyesser Yıldız için daha farklı
bir değerlendirme yapıyor. Yıldız'ın bilgisayarındaki zaman
anormalliklerini, (belge üst verileriyle dosya sistemi üst verileri
arasındaki uyumsuzluğu) dosyaların virüs tarafından gönderilmiş
olabileceğinin bir işareti sayıyor. Delil 1 ve Delil 2'de belge üst
verileriyle, dosya sistemi verileri arasında bir uyumsuzluk bulunmadığından,
TÜBİTAK, bu 2 bilgisayarda dosyaların virüsle yollandığı savını daha düşük
bir ihtimal olarak görüyor.
Genel tabloyu bu şekilde özetledikten sonra sözü Hanefi Avcı'ya bırakıyorum:
- TÜBİTAK, dosyaların söz konusu bilgisayarlarda oluşturulmadığını, 2 dosya
hariç değiştiril- mediğini ve açıldığına dair bir ize rastlanmadığını
belirtiyor.
- Bilgisayarlarda tespit edilen virüs trojan, uzaktan dosya gönderme ve
bilgisayarı kumanda etme imkânı veren bir virüs.
- Delil 1 ve Delil 2'de, TÜBİTAK, 4 başarısız virüs saldırısı tesbit ediyor.
Torkojanrat isimli Truva atı işlemeyince, Bandookrat isimli yeni bir virüs
gönderiliyor. 5'inci saldırı 5 Şubat 2011, 7'nci saldırı 6 Şubat 2011'de
gerçekleşiyor ve bu tarihten sonra artık saldırıya uğrayan bilgisayarlar
virüsün denetimine geçiyor.
- Müyesser Yıldız'ın (Delil 3) bilgisayarına 14 Şubat 2011'de saat 07.30'da
4 dosya (Hanefi. doc, S.Y.doc, Yalçın Hoca.doc ve Ulusal medya.doc) virüsle
yükleniyor. Ancak aynı gün, saat 18.36'da bu dosyaların oluşturma,
değiştirme ve erişim zamanına müdahale edilerek, tarih 2010'a geriletiliyor.
- 14 Şubat'ta Oda TV operasyonu başladı. Soner Yalçın ve diğer çalışanların
evlerine baskın yapılıp, hepsi gözaltına alındı. Yani bu tarihte Yalçın ve
Oda TV çalışanları dosyaları Müyesser Yıldız'ın bilgisayarına virüsle
gönderme imkânına sahip değil.
- Yıldız, 18 gün sonra, 3 Mart 2011'de gözaltına alındı. Suç delili
dosyalardan haberdar olsaydı, herhalde onları yok etmeye çalışırdı.
- Burada cevaplandırılması gereken sorular var. Dosyaları, Müyesser
Yıldız'a, virüsle, Oda TV çalışanları göndermediyse kim gönderdi? Müyesser'e
dosyalar zararlı yazılımla gelmişse, Delil 1 ve Delil 2'ye de aynı şekilde
gönderildiği sonucuna varmak, mantıklı ve makul bir değerlendirme değil mi?
- 35 dokümanın Delil 1 ve Delil 2'de oluşturulmadığı, muhtemelen Soner
Yalçın ve Barış Pehlivan'ın bir başka bilgisayarında oluşturulup,
aktarıldığı ileri sürülüyor. Oysa söz konusu kişilerin bütün
bilgisayarlarına el konuldu; onlarda benzer dosyalara rastlanmadı.
Son bir not daha; o da benim bir hatırlatmam: Avrupa Konseyi Siber Suçlarla
Mücadele Sözleşmesi'ni Türkiye 2 yıl önce imzaladı; Meclis onaylamadı. Buna
göre, dijital veriler tek başına delil olarak kabul edilmeyecek. Oda TV
iddianamesi dijital verilere dayandığı için, davanın düşebileceği ileri
sürülüyor.
(Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Paralel Yapı, delillerin içine etti!
Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalardaki delil tartışmaları sitemizin en
önemli bölümleri arasında yer aldı. Bu konudaki tartışmaları somut örneklerle
birbiri ardınca ilgili bölümlerde sıralamaya çalıştık. Bilgiler giderek
kabardı. Ancak 2013 sonunda başlayan 'Paralel Devlet Yapılanması'
tartışmaları, bu tartışma sürecinde ortaya çıkan ve halen de artarak çıkmaya
devam eden 'delil sahteciliği' bulguları bu kabarıklığı 'adeta' söndürdü.
Darbelerle, Kontrgerilla ile hesaplaşıyoruz derken bir de bakmışız 'Paralel
Örgüt' dibimizde duruyormuş!..
05.12.2015 09:21 Ergenekon, Balyoz, Odatv ve benzeri davalarda deliller
üzerinde sık sık tartışma yaşanması ve sahtecilik iddialarının gündeme
gelmesi üzerine sitemize 3 yıl önce ilgili
bölümleri ekleme gereği duymuştuk. Bu konudaki
tartışmaları somut örneklerle birbiri ardınca ilgili bölümlerde sıralamaya
çalıştık. Bilgiler giderek 'kabardı'. Ancak 2013 sonunda başlayan 'Paralel
Devlet Yapılanması' tartışmaları sürecinde iddianamelere 'Fetullah Gülen Terör
Örgütü' şeklinde geçmeye başlayan yapılanmanın varlığının tartışılmaz kanıtlarla
ortaya çıkması, bu örgütün 'delil sahteciliği' yaptığına yönelik somut deliller,
bu kabarıklığı 'söndürdü'. Süreç tersine döndü. "PYÖ/PYS" (Paralel Yapıdan
Önce/Paralel Yapıdan Sonra) şeklindeki yeni kavram literatürümüze girmiş oldu.
2013 sonunda başlayan 'Paralel Yapı' tartışmaları 2015'in sonuna
yaklaştığımız şu günlerde hız kesmedi. Türkiye'de inanılmaz gibi görünen olaylar
yaşanıyor. Darbelerle, Derin Devlet Yapılanması ile, Kontrgerilla ile
hesaplaşıyoruz derken bir de bakmışız bir başka derin yapı dibimizde
duruyormuş!..
AVCI ÖRGÜTÜ HALİÇ'TE AVLADI
Aslında bu örgüte dair ilk tartışma 2013'ün sonundaki "17 Aralık
Yolsuzluk Soruşturması" kumpası ile başlamış değil. Eski Emniyet Müdürü Hanefi
Avcı, 'Haliç'te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cemaat' isimli yeni kitabında yayınladığı bilgilerle ilk kez
20 Ağustos 2010 tarihinde tartışmayı başlattı. Ancak iddiaları o kadar şok
ediciydi ki inanmak zor geldi.
Avcı'nın, 90'lı yılların sonunda emniyet istihbarat görevinde iken 28 Şubat
darbecilerinin deşifre edilmesinde ve Susurluk kazasının altında devlet içi
çetelerin kavgası olduğuna dair Meclis komisyonuna verdiği bilgiler, onun,
darbecilerin sevmediği kamuoyunda ise saygı duyulan bir isim olmasını
sağlamıştı. İşte böyle bir ismin şimdi Ergenekon ve benzeri darbe davalarında
'birdenbire' çok aykırı şeyler söylemeye başlaması kamuoyunda şaşkınlığa neden
oldu. Saygınlığı ve geçmişte yaptıkları olmasa ciddiye alınmayacak 'absürd'
iddialar üzerinde 'olabilir mi?' tereddütü doğdu. Herkes ilk anda bu şaşkınlığı
yaşadı. "Neler oluyor böyle?" soruları soruldu.
SAĞCI POLİS MÜDÜRÜ SOLCU DAVADA SANIK OLDU
Ancak ilerleyen günlerde yeni gelişmeler geldi. Avcı, sol tabanlı "Devrimci
Karargah" örgütü (DKÖ) isimli, o günlerde sık gündeme gelen Ergenekon bağlantılı
bir terör örgütü soruşturmasında gözaltına alınıp tutuklandı. Ve Avcı'nın,
kitabındaki bilgileri de işte bu nedenle, yani gözaltına alınmadan önce kendini
masum, kendisini soruşturanları ise suçlu gösterip itibarsızlaştırmak için
yaptığı dile getirilmeye başladı.
Bu görüş giderek ağırlık kazandı. Çünkü Avcı'nın suçluluğunu gösteren deliller ortaya
çıktı. Bu terör örgütü ile bağlantısını, örgüt üyelerine polis takibinden kurtulma teknikleri
öğrettiğini, yurtdışına kaçın uyarısı yaptığını gösteren delillerdi
bunlar.
Avcı'nın ofisinde yapılan aramalarda çok sayıda ses kaydı, sahte
kimlik-ehliyet-pasaport ve bir de kaleşnikof silah bulundu. Yurtdışına
kaçmaya hazırlandığı iddia edildi. Ancak onun gibi tecrübeli bir istihbaratçının
eğer kaçasaksa neden bu sahte belgeleri, kaleşnikofu ve ses kayıtlarını acemi
biri gibi kolayca ele geçirilebilecek yerlerde bıraktığı sorusu da kafaları
karıştırdı. Bu kafa karışıklığına dair kaleme aldığımız satırlar halen ilgili
haberlerde durmaya devam etmektedir.
ACAYİP ŞEYLER OLUYOR
Avcı'nın suçlu olduğu kanaati kamuoyunda giderek pekişti. Hakkında peşpeşe terör
davaları açıldı. Ülkücü yani "sağ görüşlü" dedikleri bir emniyet görevlisiyle
aynı davada yargılanmayı kabul etmeyen "sol görüşlü" Devrimci Karargah örgütü
(DKÖ) sanıkları duruşmaları terkettiler. Durumu protesto ettiler. Yani böyle
ilginç olaylar da yaşandı.
Evet, görüldüğü gibi gerçekten de Türkiye'de ilginç olaylar yaşandı. Yaşanıyor.
DKÖ sanıklarının yaşadığı şaşkınlığı kamuoyunun bir çok kesimi de yaşamaya
başladı. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Acayip şeyler oluyor. Türkiye gibi
bir ülkede yaşamak demek, başka hiç bir ülkede olmadığı kadar çok renkli ve
acayipliklerle hayat boyu yaşamak demek.
BU DEMEK ŞU DEMEK DEĞİL
Ama bu demek, "Ergenekon, Balyoz ve bağlantılı darbe davaları çöktü" demek
değil. Yani delillerin tümü sahte değil. Örneğin TSK'nın kabul ettiği bazı
belgeler ile Balyoz sanıklarının saatlerce uzunluktaki ses kayıtları.. Bu ses
kayıtlarını sanıklar da kabul ediyor, ancak onları ve belgeleri tevil etmeye
çalışıyorlar. Oysa o kayıtlarda suç içeren konuşmalar var. Sıkıyönetime
geçildiğinde "gözaltına" alınacak devlet görevlileri gibi. Bu sözlerin yasal
olmadığını TSK yetkilileri dahi kabul etti. Ve Yargıtay da, Balyoz
sanıklarının çoğu için yeniden yargılamada verilen beraat kararlarını
onarken, sürpriz şekilde Çetin Doğan'la birlikte 7 sanığın dosyasını ayırdı.
Çünkü aleyhlerindeki darbe oluşumunu gösteren deliller çok açık.
Balyoz'daki 7 sanık olayı belki de tek istisna.. En azından şimdilik. Çünkü bir çok dava paralel
örgüt öne çıkarılarak örtbasa götürülüyor. "Albay Temizöz Faili Meçhuller"
davası bu karışıklıkta beraatle sonuçlandı. Katledilenlerin yakınlarının umudu
şimdi Yargıtay. Bir başka örnek Ergenekon davası. Yeniden yargılamada Ergenekon
sanıkları beraat etti. Bu en büyük dava da Yargıtay'da temyiz aşamasında.
Bir başka çarpıcı örnek Malatya Zirve
Yayınevi Katliamı davası.. Birçok davada olduğu gibi Zirve davasındaki sanıklar
da 'akrabalarının' yetkililere ulaştırdığı harddiskten çıkan onca somut
delillere, ses kayıtlarına ve diğer 'çok miktardaki'
delillere rağmen 'paralel örgüt' tarafından suçlu gösterildiklerini iddia etmeye
başladılar. Davanın gidişi öyle bir tuhaf hal aldı ki, olan kitabevinde vahşice
öldürülen 3 kişiye olmuş oldu.
GEMİYİ EN SON KAPTAN TERKEDERMİŞ AMA..
Paralel yapı tartışmalarının ortaya çıkardığı yalın gerçek, delillerin arasına
sahtelerinin yerleştirilmiş olduğudur. Bu bir gerçek. Bu kanaati güçlendiren
deliller her geçen gün çoğalıyor. Süreç zincirleme şekilde gelişmeye, paralel
örgütün deşifresi giderek ivme kazanmaya başladı. Öyle ki, Ergenekon, Balyoz ve
bağlantılı davalarda deliller hakkında mahkemelere 'deliller doğru ve
geçerlidir' diye görüş bildirmiş olan TÜBİTAK bilirkişileri ve hata hatta, o
davaları açan savcılar dahi yurtdışına kaçmaya başladı. Bu kaçışlar öylesine
önemli ve sembolik ki, tek başına kumpas şüphesini ispatlamaya yeterli olduğu
da söyleniyor.
SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!
Paralel medya, örgütle ilgili hemen herşeye bir açıklama getirmeye ve savunma
yapmaya çabalarken konu savcıların kaçışına gelince nedense sessizliğe bürünüyor. Oysa
savcıların -ve tabi diğer tüm kritik isimlerin- kaçışı o kesimin diğer tüm
savunmalarını çökertiyor. Bunun farkında değiller.
Ancak susmaya daha fazla
tahammül edemeyenler de çıkmaya başladı. Ve tabi hemen o kesimce linç edilmeye
maruz kaldılar.. Paralel medyadan bazı kalemler o kadar
bunalmış olmalı ki, doğrudan Fetullah Gülen'e "Gel artık, yargılan. Senin
yüzünden başkaları bedel ödüyor" demeye başladı.
Ergenekon soruşturmaları döneminde yapılmayan bir şey şimdi yapılıyor.
Delillerin tartışmasız olmasına dikkat ediliyor. Zanlılar öylesine gözaltına
alınmıyor. Zira, hedefteki örgüt, paralel örgüt.. Yargıya bir dönem hakim olan, hukuku
en ince detaylarına kadar bilen -ama bunu uygulamamış olan- bir yargı
yapılanmasına sahip. Delilllerle araları çok iyi.. Sahtelerinin nasıl
hazırlandığını, suç mahalline nasıl yerleştirildiğini, delil konusundaki tüm
açıkları bildikleri için yetkililer bu örgüte karşı dikkatli hamleler yapmaya
çalışıyor. Delillerin tartışmaya yol açmayacak açıklıkta olması gerekiyor.
Paralel örgüt en ufak bir açığı bile affetmiyor, istismar etmeye çalışıyor.
Evet Hanefi Avcı'nın paralel yapılanmayı ilk kez gündeme getirmesinden yola
çıkıp paralel örgütün açıkları affetmediğine geldik. Laf lafı açıyor. Aslında
paralel yapıyı da ilk kez Hanefi Avcı gündeme getirmiş değil. İlk kez bir akademisyen, Doç.Dr. Necip Hablemitoğlu
90'lı yılların sonunda bu yapıya dikkat çekmiş. Adeta avaz avaz bağırmış.. O dönemde açılan ve Fetullah Gülen'in
yurtdışına kaçmasına da yol açan davada Hablemitoğlu'nun araştırmaları delil
olmuş. Bir suikast ile de 2002'de öldürülmüş. Ama bunlara girersek konu uzar da
uzar.
Hablemitoğlu ve paralel yapıyla ilgili geniş bilgileri 'gruplandırılmış'
haberlerimizde bulabilirsiniz.
DELİLLERİN İÇİNE ETTİLER
Çok şeyler söylenebilir bu konuda. Son söz olarak, Ergenekon, Balyoz
ve diğer davalardaki delillerin üzerine en hafif tabirle "leke" düşmüştür. Bir
bardak sütün içine düşen bir damla pislik nasıl o sütten soğutursa insanı,
paralel örgüt de bu etkiye yol açmıştır. Geriye ise Zirve'de ya da şurda burda
vahşice katledilmiş "yerdeki" masum kurbanlar kaldı. O kurbanların yakınlarının
laneti ise "yerde" kalmayacak. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
BU SAYFAYLA BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
Bu bölümde bu haberle ilgili olabilecek linkler verilmiştir. Ses
kayıtlarında sıklıkla görüldüğü gibi, geçerliliğini kaybetmiş yani ölü
hale gelmiş linkler varsa bildirmeniz halinde güncellenmeye, yenileri bulunmaya çalışılacaktır.
Balyoz ve
Ergenekon davalarında yaşanan delil tartışmaları sayfasına ulaşmak için tıklayın
Tübitak bilirkişilerinin hazırladığı 86 sayfalık ek raporu
indirmek/okumak için tıklayın (pdf)
Tübitak bilirkişilerinin hazırladığı 339 sayfalık ilk raporu
indirmek/okumak için tıklayın (pdf)
Karanlık Oda'nın virüs iddiası çöktü |
Belgeleri kaydeden virüs tespit edildi
Odatv'ye TÜBİTAK şoku |
Bilirkişi: Oda'ya söyledim, böyle rapor olmaz
OdaTV tahliyesine virüs reddi |
Odatv virüs tahliyesi istedi
Virüs adı: Oda.. Hedefi: Ergenekon'u bozmak |
Ergenekon medyası 'karanlık oda'da yapılandırıldı
Sabah Akşam 'Karanlık Oda'yı aydınlattı |
Ergenekon ve bağlantılı iddianamelerde arama yap
ODATV İDDİANAMESİNDE ARAMA YAP |
Odatv ile ilgili manşetlerimiz |
Odatv davası duruşmaları
Kontrgerilla Medyası |
Ergenekon davasını engelleme girişimleri
FLAŞ!!! Ergenekon operasyonu: 11 gözaltı |
FLAŞ!!! Odatv'ye Ergenekon baskını: 4 gözaltı
ERGENEKON VE BALYOZ DAVALARINDA DELİL TARTIŞMALARI
Paralel yapı-Çeşitli davalardaki kumpaslar manşetlerimiz
Paralel yapı-TÜBİTAK'taki uzantıları manşetlerimiz
Paralel yapı-TİB'deki uzantıları manşetlerimiz
Paralel yapı mensuplarından gelen itiraflar manşetlerimiz
Paralel yapıya dair deliller manşetlerimiz
Paralel yapı-Deşifreyi ve soruşturmaları engelleme çabaları
PARALEL YAPI İLE İLGİLİ 'GRUPLANDIRILMIŞ' HABERLERİMİZ
PARALEL YAPI İLE İLGİLİ TÜM HABERLERİMİZ
NOT: Bu sayfa, bilgi geldikçe güncellenmektedir.
(16 Kasım 2012, 10:42), son güncel.: (05 Aralık 2015; 09:21)
|